Saat altıda göz kuyruğuyla pencereye baktım: sessizlik. Hiç hareket yok. Tokluk ve manzara yok… Telefon – sessizlik. Grup sohbeti – yanıt yok. Aceleci davranmıyorum; biliyorum, bazen gelen geç gelir. Bir saat… İki saat…
Masaya oturdum. Her bir tabak boş, her bir sandalye anlamsız. O an küçüldüm; yalnızlığım kokuyordu. İçimde “Unuttular mı? Kafaları mı karıştı?” diye düşünceler dönüyor; her kanepe, her tıkırtı potansiyel bir sürpriz olabilir diye umut ediyordum.
Saatler akıp giderken bir mesaj geldi: ablamdan. Ve kalbim bir anlığına durdu. “Haberi gördün mü? Çok üzgünüm… Sana nasıl söyleyeceğimi bilemedim… Kazada… onların arabası…”
Ekranda karanlık manşetler: “Otoyolda kaza… üç kişi hayatını kaybetti…” Her şey bulanıklaştı. Onlardı. Gerçekten yol üzerinde, hepsi bir arada, “sürpriz” gibi gelmek üzereyken yaşanmış bir felaketti.
O gece ağlamadım. Sadece karanlıkta oturup akan musluğu dinledim. Masadaki yemekler masumdu; orada kalmalarının anlamı artık başka bir şeydi: hayatta bir daha bir araya gelmenin mümkün olamayacağını hatırlatıyordu.
“Unutulmuş olabilirim…” demiştim içten içe. Hiç aklıma gelmemişti böyle bir şeyin olabileceği. Aldatılmış değilim; acının ağırlığını daha yeni anlamaya başlamıştım.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..