Sonsuza dek birlikteydik. İki çocuk, kocaman bir hayat. Ama yaklaşık bir ay önce, işler ters gitmeye başladı. Aniden, işi daha önce nadiren gerektirse de, çok fazla “iş gezisi” oldu.
Sonra bir gün arabasında bir sürü fiş buldum. Aynı otel. Aynı oda. Ve buradaydı. Bizim kasabada.
Birkaç gece önce bana baktı ve “Acilen gitmem gerekiyor.” dedi. Gülümsedim ve “Elbette, kendine iyi bak.” dedim ama içimden neler olduğunu çok iyi biliyordum. Bu yüzden onu takip ettim.
Ve evet. Onu sanki ben yokmuşum gibi bir kadına sarılmış halde buldum. Orada durup, sarılmalarını izledim, ellerim öfkeden titriyordu. Sonra köşeden çıktım.
Kahvaltı masasındaki sessizlik, evliliğimizin son çırpınışları gibiydi. Tostun üzerinde eriyen peynir bile buzdolabı kadar soğuk geliyordu gözüme. O, çayına bir şeker attı — her zaman iki kullanırdı. O anda, içimde bir şey koptu. Birlikte geçirdiğimiz yıllardan sızan küçük detaylar, artık geçmişin kırık aynasında yansıyan anlamsız görüntülerdi.
“Çocuklara ne diyeceğiz?” diye sordum, sesim çatlamasın diye dudağımı ısırarak.
Yine cevap yok.
Ben sustum, o sustu. Sadece duvarda asılı saat konuşuyordu; her tik takı, zamanın ilerlediğini değil, bir şeylerin bittiğini haykırıyordu.
O gün evi terk etti. Ne kavga ettik, ne gözyaşı döktük. Yıllarca birbirimize söylediğimiz “Sonsuza dek” sözleri, kapının kapanma sesiyle göğe savrulmuş yapraklar gibi uçuştu.
Çocuklara önce hiçbir şey söyleyemedim. Akşam babalarını sorunca, “İş gezisinde,” dedim. Ama o kelime artık dilimde paslı bir bıçak gibiydi. Her seferinde kesiyor, içimi acıtıyordu.
Bir hafta sonra döndüğünde, valiz değil; pişmanlık taşıyordu elinde. Gözleri yorgundu, sakalı uzamıştı. Kapıda durdu ve “Hata yaptım,” dedi.
Ama bazı hatalar, özürle silinmiyor.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..