Orada, ağaçların arasında, sık yaprakların hemen arkasında, küçük bir çocuğun bedeni yatıyordu. Üzeri çamur ve yapraklarla kısmen örtülmüş, ince bir tişört giymişti. Soluk alışı belli belirsizdi — ama yaşıyordu. Göz kapakları titriyordu, dudakları morarmıştı. Dakikalarla yarışan bir durumdu bu.
Hemşire hemen çantasını açtı, çocukta nabız ararken ambulans sürücüsü telsizle yardım istedi.
“Yaklaşık 5 yaşlarında bir erkek çocuk… bilinç kaybı var ama yaşıyor. Şiddetli hipotermi şüphesi. Destek ekip istiyoruz, acil!”
Köpek, birkaç adım ötede durmuştu. Gözlerini çocukla sağlık görevlileri arasında gezdiriyor, hâlâ bir tür bekçi gibi orada duruyordu. Ne havladı, ne yaklaştı. Sadece izledi.
Onlar çocuğu sedyeye alırken, sürücü sordu:
“Burada ne işi var? Burası yerleşimden en az 5 kilometre uzak. Kaybolduysa bile… nasıl hayatta kalmış bu kadar?”
Hemşire cevap vermedi. Çünkü gözyaşlarını tutuyordu. Çocuğun ellerinde bir kâğıt sıkılıydı. Açtıklarında üstünde çarpık yazılmış, çocuk el yazısıyla yazılmış şu cümle vardı:
“Köpek beni sakladı. Sesler çok yüksekti. Uyuyunca gitti.”
Aynı günün sabahında bölgede kayıp çocuk ihbarı yapılmıştı. Bir adam, boş bir çiftlik evinde uyuşturucu madde etkisiyle tutuklanmış; evde kan izlerine rastlanmıştı. Polis, bir çocuk kaybolduğunu biliyordu ama yerini bulamıyordu. Şimdi o çocuk, bir köpeğin rehberliğinde, yaşamla ölüm arasında kurtarılmıştı.
Çocuk hastaneye kaldırıldı. Günlerce tedavi gördü ama yaşadı.
Köpek mi?
Kaybolmuştu. O günden sonra bir daha kimse görmedi onu. Ne barınaklarda, ne ormanda, ne de yollarda.
Ama hastanedeki çocuk… her gece hemşirelere aynı şeyi soruyordu:
“Kurtarıcı köpeği gördünüz mü? O geri gelir mi?”
Ve bir gece… hastanenin ön kamerası garip bir görüntü yakaladı. Saat 03:11. Sisli bir gece. Kapının önünde kısa süreliğine beliren bir köpek silueti. Kameraya bakıyor. Sonra arkasını dönüp kayboluyor.
Tıpkı o günkü gibi.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..