Yıllarca eşime baktım, ama iki yıl önce onu kaybettim. Yalnız kalmak istemediğim için kızımın yanına yerleştim, tabi bunu kızımda damadımda çok istedi. Para sıkıntım yok, gezmeyi de harcamayı da severim, neşeli bir kadınım ben, sohbet etmeyi gülmeyi severim. Kızımda tam aksine durgun biridir, pek sevmezdi, süreki tv dizileri izleyip yemek ve ev işleri yapmayı severd. Damadimla bu konu hiç anlaşamazlardı, çünkü oda benim gibi, gezmeyi eğlenmeyi mutlu olmayı seven bir erkekti. Biz sohbet ederken biraz fazla gülersek kızım bize tepki gösterirdi kızardı başım ağrıyor biraz susun derdi. Damadım bir gun yanıma geldi Perihan anne neşe dolu bir insansın seninle gülmek konuşmak bana çok iyi geliyor dedi, biraz utandım ama sevindim de tabi. Teşekkür ettim kendisine. Sonra bana aramızda kalacağına söz verirsen sana bir sey diyeceğim dedi, ne demek tabiki aramızda kalır soyle dedim. ” Burada ne konuşsak ne yapsak leyla bize kızıyor, ben bu aralar işten güçten çok sıkıldım bikacgun izin aldım kafamı dinlemeye köydeki eve gideceğim istersen sende benimle gel dedi ” gelirim ama leyla’ya ne diyeceğiz dedim, önce ben giderim sende bikac gun arkadaşında kalacagini söylersin gelirsin köydeki eve dedi, bu plan aklıma yatmisti ama arada ben neyapıyorum böyle diyede kendimi sorguluyordum, ama bir an düşünmeden tamam demiş bulundum. Planımızı uyguladık 1 gün sonra damadim gitti bende bikac saat sonra arkadaşıma gidiyorum belki birgün belki birkaçgün gelmeyebilirim kızım beni bekleme dedim sonrada evden çıktım. Hemen bir taksiye bindim köyün dışındaki eve gittim
Köyün dışındaki o eski ev, yıllardır ayağımı basmadığım bir yerdi. Ahmet’le—damadımla—telefonla konuştuğumuz gibi tarif ettiği noktada indik taksiden. Gün yavaş yavaş batıyordu, gökyüzü turuncu ve morun en güzel tonlarına bürünmüştü. Baharın son zamanlarıydı, kuş sesleriyle karışan hafif bir rüzgar etrafı okşuyordu. İçimde tuhaf bir heyecan vardı. Suçluluk değil bu, daha çok bilinmeze yürüyen bir kadının adım adım kaderine yaklaştığını hissedişi…
Ahmet kapıyı açtı, elinde bir çaydanlık vardı.
“Tam zamanında geldin, yeni demledim,” dedi.
Gülümsedim, yıllar sonra ilk defa birisi bana böyle sıcak bir hoş geldin demiş gibiydi.
Evin içi sade ama özenliydi. Girişte küçük bir soba, köşede tahta bir kitaplık ve duvarda eski bir tablo vardı. Ev sessizdi ama içimi tırmalayan o sessizlik değil, huzurlu bir dinginlik vardı havada.
Ahmet bana bir bardak çay uzattı, sonra karşıma oturdu.
“Biliyor musun Perihan anne, bu evi yıllardır kimseye göstermedim. Hatta çoğu kimse burayı unuttu bile. Ama bana çok şey kattı burası.”
İçimden bir ses bu sözlerin devamında gizemli bir hikaye olduğunu söylüyordu.
“Ne gibi?” diye sordum.
Ahmet sustu bir süre. Sonra kalktı, kitaplığın arkasından küçük bir sandık çıkardı. Paslı bir kilidi vardı ama açılması kolaydı. İçinden sararmış bir defter, birkaç siyah beyaz fotoğraf ve eski bir kolye çıkardı.
“Bu ev, dedemden kaldı. Ama dedemle ilgili anlatılan bir hikaye var ki, aile içinde hep fısıltıyla konuşulurdu. Sadece deftere yazdığı notlarda izleri kalmış… O defteri kimseye göstermedim. Ama seninle paylaşmak istiyorum. Çünkü sen… bana hiç yargılamadan bakıyorsun.”
Defteri elime aldım. İlk sayfasında tarih: 25 Mayıs 1956.
Sayfalar arasında dolaşırken, satır aralarında bir dramın, bir aşkın ya da bir suçun izleri var gibiydi ama tam olarak ne olduğunu çıkaramıyordum.
Bir yerde şöyle yazıyordu:
“O gün ormana doğru yürüdüm. Kalbim kaburgalarımı parçalayacak gibiydi. Gözlerimi kapattığımda onun sesi kulaklarımdaydı. Ne zaman döner bilmiyorum ama bekleyeceğim. Gerekirse ölene dek.”
Ahmet gözlerimin içine bakarak, “Bu kişi dedemin gençlik aşkıymış, ama kim olduğu bilinmiyor. Sadece ‘O’ demiş hep. Ne olmuş bilmiyoruz ama dedem yıllarca buradan hiç ayrılmamış,” dedi.
O gece uyuyamadım. Eski evin gıcırtıları, rüzgarın camlara dokunuşu, defterdeki satırlar… Hepsi beynimde dönüp duruyordu. İçimden bir ses bu hikayeyi çözmem gerektiğini söylüyordu.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Ahmet işlerini halletmek için kasabaya gitti. Ben evde kaldım. Sessizlik içinde defteri tekrar elime aldım. Arka sayfalardan biri hafifçe kabarıktı. Sayfayı dikkatlice incelediğimde, içine dikilmiş küçük bir zarf buldum. Titreyen ellerimle açtım. İçinde kısa bir not vardı:
“Ormanın kuzey yamacındaki taşın altında gerçek saklı. Ama bulduğunda, geri dönüşü olmayabilir.”
Bir anda kalbim hızla atmaya başladı. Ne demekti bu? Ne vardı o taşın altında? Geri dönüşü olmayan neydi?
Kendimi dışarı attım. Ormanın yolunu biliyordum. Yıllar önce Ahmet’le buraya kısa bir yürüyüş yapmıştık. Kuzey yamacına doğru yürümeye başladım. Ağaçlar sıklaştıkça gölgeler de koyulaşıyordu. Yolu neredeyse unutmuştum ama içimdeki merak beni sürüklüyordu.
Sonunda büyükçe bir taş gördüm. Etrafı yosun kaplıydı. Gücümü toplayıp taşı hafifçe yerinden oynattım. Altında paslanmış bir kutu duruyordu. Kutuyu açtığımda içinden çıkan tek şey, üzerinde eski bir mühür bulunan zarf oldu.
Zarfı açmadım. Elimde tutup ormanın ortasında uzun süre bekledim. Çünkü ne bulacağımı bilmeden yola çıkmıştım ama şimdi elimde bir hayatı değiştirecek bir şey tutuyordum, hissediyordum.
Ahmet eve döndüğünde elimde zarfla kapıda bekliyordum.
“Buldum,” dedim.
Gözleri büyüdü.
“Ne yapacaksın?”
“Beraber açalım,” dedim.
O gece eski sobanın başında, iki fincan kahve ve açılmayı bekleyen bir sırla baş başaydık…