
Kayıp bir turist, ormanın derinliklerinde kaybolmuştu. Etrafında yükselen ağaçlar, gökyüzünün mavi tonlarını yutarken, bir korku rüzgarı yükseliyordu içinde. Ayak sesleri, önünde beliren gölgelerin arasında yankılanıyordu. Birden, karanlığın içinden, aç gözlü bir kurt belirdi. Gözleri, parlayan birer ateş gibi parlıyordu ve turistin kalbi, son derece hızlı bir ritimle atmaya başladı. Kurt, adım adım yaklaştı; sırtının üzerinde beliren tüyler, geceyi daha da korkutucu hale getiriyordu. Turist, beklenmedik bir ölümle yüzleşmek üzere olduğunu düşündü, fakat kurt durdu ve ona sadece birkaç santim mesafede durdu. Hayatta kalma içgüdüsü, onu bir an duraksattı.

Ancak o an, kurt turistin yüzüne yaklaştı ve derin bir nefes aldı. O an, hayatta kalmanın sadece yürekten gelen bir çığlık olmadığını fark etti. Kurt, ona zarar vermek yerine, içindeki açlık hissini kaybetmiş gibi görünüyordu. Belki de bu yaratık, yalnızlığın ve çaresizliğin sembolüydü. İkisi de birbirinin derinliklerine bakarak, bir anlayış kurdular. Hayvan insanı anlamış, insan da hayvanın doğasının bir parçası olduğunu hissetmişti. Ormanda geçen bu kısa an, korkunun yerini derin bir anlayışa bıraktı. Her ikisi de kaybolmuş, ama farklı yollarla; belki de bu karşılaşma, yüreklere yeni bir umut tohumunu ekmişti. Turist, kurtun gözlerinde kaybolmuş bir ruh buldu ve onunla birlikte, kendi korkularını geride bırakmayı öğrendi.