
Gece karanlığı, evin her köşesine gizemli bir sessizlik yayarken, bir anne olarak içimdeki huzursuzluk gittikçe büyüyordu. Eşim evden çıkmıştı, ama içimdeki bir kıpırtı, onun bir şekilde geri döndüğünü düşündürüyordu. Küçük bebeğimizle birlikte onun odasında olduğunu hissediyordum, ama ne yazık ki bu his, yanılsamadan ibaretti. Odaya girdiğimde, karanlığın içinde beliren silüetin ne olduğunu anlamak için gözlerimi ovuşturmak zorunda kaldım. Görüntü, zihnimde canlanan korkunç düşüncelerle birleşince, kalbimde bir soğuk dalga hissettim. Orada, o masum uykuya dalmış bir bebek varken, her şeyin güvenli olduğu hissine kapılmak istemiştim; ama kaygılarımın gerçeğe dönüşmesi an meselesiydi.

O an, içimdeki en derin korkuların su yüzüne çıktığını hissettim; hayatımın en değerli varlıklarına dair hissettiğim koruma içgüdüsü, beklenmedik bir tehdit karşısında savunmasız kalıyordu. Yavaşça yanlarına yaklaştım ve gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. O anda, bir annenin instinktif hisleri devreye girdi; evin içindeki huzurun bir anda nasıl alt üst olabileceğini düşündüm. Korkunç bir sessizlik, her şeyin öncesinde arzulanandan çok daha fazlasını ifade ediyordu; belirsizliğin gölgesinde kaybolmuştu her şey. Koşullar ne olursa olsun, bir annenin gücü sevdiği varlıkları koruma arzusuyla ölçülemezdi. O an, karanlığın sadece dışarıda değil, içimde de bir yere oturduğunu fark ettim. Hayatın sunduğu güzellikler kadar korkutucu yanları da olabileceğini bilmek, beni bir yere kadar güçlendiriyordu. Ama o an, o korkunun içinde kalp atışlarımı duyarken, bunun üstesinden gelmem gerektiğini anladım.