Düğün tam anlamıyla bir masal gibiydi. Beyaz çiçekler, zarif masa süslemeleri, hafif müzik… Herkes neşe içindeydi. Gelin, ışıltılı elbisesiyle salona girdiğinde gözler kamaştı. Fakat tam o anda…
Gelinin elbisesinin altında bir şey hareket etti. İlk başta küçük bir titreme gibi göründü. Fakat ardından, etekler alttan hafifçe kabardı — bir canlıymış gibi.
Damat, bir anda solgunlaştı. Gözleri irileşti, adeta geriye çekildi. Konuklardan biri istemsizce “Bu da ne?” diye fısıldadı.
Herkes donakalmıştı. Müzik sustu, gülüşmeler durdu. Elbisenin altındaki hareketlenme arttı. Bazıları nefeslerini tuttu, bazıları geri çekildi.
Ve sonra… Gelinin eteklerinin altından, dantel kumaşın arasından önce ince, siyah bir el uzandı. Parmakları insan eli gibi ama fazla uzun ve eklemleri yanlış yerlerden bükülüyordu.
Konuklardan biri çığlık attı. Diğeri geriye düştü, sandalyeyi devirerek.
Elin ardından, karanlığa bulanmış bir yüz belirdi — gözleri kömür gibi simsiyah, derisi puslu bir kül rengindeydi. Göz göze gelen herkesin içine, tanımlayamadıkları eski bir korku çöktü. Sanki bu varlık, sadece orada değil, aynı anda zihinlerinde de beliriyordu.
Gelin kıpırdamıyordu. Gözleri boşluğa sabitlenmişti, dudakları aralık ama ses yok. Sanki o varlığın taşıyıcısı, ya da… ev sahibi gibiydi.
Damat bir adım geri çekildi. Titreyerek fısıldadı:
— “Onu… geri çağırmadın mı?”
Gelinin gözlerinden yaş değil, koyu bir sıvı süzüldü. Ve ağzı ilk kez aralandı:
— “Çok geç artık… O buradayken hiçbir dua işlemiyor.”
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..