Düğün günü… Beyazlar içindeydim. Her şey masal gibiydi: çiçekler, müzik, insanlar… Aileler gururlu, dostlar neşeli. Gözlerim sadece ona, hayatımın aşkına, eşim olacak adama bakıyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi ama bu mutluluk kalbin çarpıntısıydı. Ta ki… o kutu gelene kadar.
Kutuyu getiren kişi, insanların arasından sessizce yürüyerek geldi. Elinde siyah, küçük bir kutu vardı. Onu tanımam birkaç saniye sürdü. Eski sevgilimdi. Yıllar önce bittiğini sandığım, yarım kalan hikâyemin kahramanı. Onu ne düğüne davet etmiştim ne de hayatıma bir daha girmesini istemiştim.
Önce durdum. Sonra etrafıma baktım. Kimse onu tanımıyordu, dikkat çekmemeye çalışıyordu. Elindeki kutuyu bana uzattı, gözleri gözlerime değdi ama tek kelime etmedi. Kutuyu aldım. İçimi garip bir korku kapladı. Ne olabilirdi ki? Eski defterleri çoktan kapattığımı sanıyordum.
Kutuyu açtım.
İçinde… benim ona yazdığım mektuplar vardı. Eski bir kolyem, birlikte çektirdiğimiz bir polaroid fotoğraf, ve… bir ultrason görüntüsü.
Ultrason.
Elim titremeye başladı. Tarihe baktım. Yıllar öncesine aitti ama adım oradaydı. Bir şeyden haberim yoktu. Gözlerim yaşardı. İçimde yankılanan tek cümle: “Bunu bilmeye hakkın vardı.”
O an hayat durmuş gibiydi. Dışarıdan kahkahalar, alkışlar, müzik… İçimde fırtına. Ne yapacağımı bilemedim. Eski sevgilim sessizce döndü ve kalabalığın içine karıştı. Kimse fark etmedi bile.
O kutu, geçmişin kapısını bir daha kapanmamak üzere açtı.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..