Ben Halil… seksen bir yaşındayım. Eskiden dört dönüm tarlanın çapasını bir günde bitirirdim. Şimdi bir tabak çorbayı yarım saatte içiyorum. Ne çare… beden yorulunca, herkes gözden düşüyor. Üç çocuğum var. Biri İstanbul’da doktor, öbürü öğretmen, en küçüğü de tam yanımda, bu köyde, aynı dam altında. Hepsi iyi insanlar, ben öyle bilirdim. Ama insanın çocukları bile sırrını saklayabiliyormuş, onu yeni anladım. Bir aydır evde gariplik var. Teypte hep aynı şarkı çalıyor. “Yollar seni bana getirmez olmuş…” Gelin her gün o şarkıyı açıyor. Ne demek bu? Bilmiyorum. Geçen hafta büyük oğlan geldi İstanbul’dan. Elinde dosya, evrak. “Baba senin sağlık işlerini halledelim,” dedi. Okuma yazmam yok ya, gözlüğü de unuttum… “İmzala gitsin,” dedi. Ben de bastım mührü. Ne olduğunu sormadım bile. Ama o günden sonra, evde fısıltılar başladı. Gelin, mutfakta kısık sesle telefonda konuşuyor. “Ayarladık işte, yer de hazır, yatsıdan sonra götürürüz,” dediğini duydum. Damarımdan buz gibi bir şey aktı o an. Geceleri uyuyamıyorum artık. Kapının önüne bi’ çanta bırakmışlar. İçinde pijama, sabun, tıraş bıçağı. Ne olduğunu bile bile sormadım. Anladım ki… beni gönderiyorlar. Dün gece, küçük torunum Elif sessizce geldi. Gözleri kıpkırmızı. Eğildi kulağıma fısıldadı:
“Dede… seni götürmeyecekler.
Senden kurtulacaklar.” derken içeriye oğullarım girdi…Üstteki resimden diğer sayfaya geçerek detayları öğrenebilirsiniz.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..