Telefon elimdeydi, gözlerim ekrana kilitlenmiş, içimde bir fırtına kopuyordu. Onun numarasını hâlâ saklamış olmamın doğru olup olmadığını sorguluyordum. Ama bir yandan, içimde uzun vakittir hissetmediğim bir kıpırtı vardı. Aramak… Acaba ne yapıyordu? Hâlâ beni hatırlıyor muydu? Eşimle yaşadığım soğukluk, beni sanki bir uçurumun kenarına itmişti. Ama o uçurumdan atlamak değil, oradan uzaklaşmak istiyordum. Belki onunla bahsetmek beni toparlayabilirdi. Derin bir soluk alıp numarayı çevirdim. Çaldı… Çaldı… Derken bir ses duyuldu: “Alo?” O an kalbim süratle çarpmaya başladı. Bu sesi yıllardır duymamıştım, ama değişmemişti. Aynı sıcak, aynı emniyet veren ton. “Merhaba,” dedim. “Benim… Beni hatırladın mı?” Bir anlık sessizlik oldu. Sonra gülümseyen bir sesle, “Tabii ki hatırladım,” dedi. “Bu kadar uzun zaman sonra sesini duymak muazzam ama güzel.” Konuşmaya başladık. Sadece eski anılardan bahsetmekle kalmadık, hayatlarımızın nereye savrulduğunu da anlattık birbirimize. O, diğer bir kentteydi şimdi. Kendi işini kurmuş, hayatında yeni bir tertip kurmuştu. “Peki sen nasılsın?” diye sordu. Bir an duraksadım. Nasıl olduğumu aslında bilmiyordum. Güzeldim, gençtim, ama içimde büyük bir boşluk vardı. “Eh işte,” dedim. “Hayat… Arada sırada yorucu olabiliyor.” O an içimden geçenleri tam manasıyla dile getirememiştim. Ama o, sesimdeki kırıklığı fark etmiş gibiydi. “Bir şeyler ters gidiyor gibi. Anlatmak istersen buradayım,” dedi. İçimde bir emniyet hissettim. Ona olan duygularımı, hayatımdaki sorunları, eşimin bana karşı ilgisizliğini anlatmaya başladım. O, beni yargılamadan dinliyordu. “Hiçbir kadın, hele ki senin gibi özel biri, bu tür hissetmeyi hak etmiyor,” dedi sonunda. Bu cümle beni derinden etkiledi. O an bir kez daha fark ettim ki, hayatımda beni anlayan birine ne kadar gereksinim duyuyormuşum. Konuşmamız bir saatten çok sürdü. Konuştukça içimdeki yük hafifliyordu sanki. Birden bana bir önerite bulundu: “Bir ara kendisine zaman ayır ve bu kentten biraz uzaklaş. Sadece kendinle kalacağın bir yer bul. Belki her şey biraz daha netleşir.” Bu düşünce beni düşündürdü. O sırada çocuklarım uyuyordu ve evde bir sessizlik hakimdi. Onunla konuşmayı bitirdikten sonra kendi şahsıme bir karar verdim. Eşimden bağımsız, şahsım amacıyla bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ertesi gün çocukları anneme bıraktım ve kentte ufak bir butik otel buldum. Orada birkaç gün kalmayı planlıyordum. O vakit vakitsince şahsımle baş kafaya kaldım. Geceleri yıldızlara bakarak düşündüm: Hayatta ne istiyordum? Gerçekten neye ihtiyacım vardı? O vakitçte yazmaya başladım. Duygularımı, kırıklıklarımı, mutluluklarımı bir deftere döktüm. Kendimi daha iyi tarif etmeye başladım. Eşimle aramdaki uzaklığı nasıl kapatacağımı düşünüyordum. Ona ulaşmak amacıyla bir yol bulmam gerekiyordu. Dönüşte bir şeyler değişmişti. Ben daha güçlüydüm, şahsıme daha çok emniyetiyordum. Eşimle konuşmaya karar verdim. Onunla oturup sakin bir şekilde yaşadıklarımızı anlattım. İhmal edildiğimi, şahsımi yalnız hissettiğimi söyledim. İlk başta beni dinlemek istemedi, ama sonra bir şeyler dank etmiş gibi yüzü değişti. “Senin bu kadar kırıldığını fark etmemişim,” dedi. “Ben de iyi bir eş olamadığımı biliyorum.” Bu konuşma, evliliğimizi tekrar inşa etmek amacıyla bir dönüm noktası oldu. Beraber terapiye gitmeye başladık. Zamanla, birbirimizi tekrar tarif etmeye başladık. Bana çiçekler getirmeye, dışarıda vakit geçirmeyi öneri etmeye başladı. İlk başta her şey garip geliyordu, ama sonra alıştık. O telefon konuşması belki de hayatımı kurtarmıştı. Çünkü o gün fark ettim ki, insan bazı durumlarda kendi sesini duyabilmek amacıyla diğerlarının sesine gereksinim duyuyor. Ve en önemlisi, hiçbir zaman şahsımi ihmal etmemem gerekliliğini öğrendim. Üsteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.