Rüyaları önce çamur içinde yürümek gibi ağırdı; sürekli geriye çekilen adımlarla huzura ulaşamıyormuş gibi hissediyordu. Ve tam bu esnada—birdenbire—buz gibi bir su akıntısı yüzüne çarptı. Gözlerini zar zor aralayıp bakışlarıyla tanıdı karşısında duranı: sert bakışlı, taş kesilmiş bir yüz—kayınvalidesi.
— Hâlâ mı uyuyorsun? diye kükredi sesi, uykunun puslu sınırlarında yankılandı. Konuşa söyleyecek hiçbir gücü kalmamıştı; sadece mırıldanarak tepki verdi: “Anne… benim ateşim var, başımı bile kaldıramıyorum…”
Lakin kayınvalide, acımasızdı ve duvara dönüşmüştü:
— Herkes hasta olur! Ben de hastaydım ama yine yaptım. Misafirler bir saat içinde geliyor! Ayaksız durup beni rezil mi edeceksin?
O anda içeride bir şey kırıldı. Kaynayan ateş değil, içindeki sınırlar. O nefret dolu sözlerin ve soğuk suyun ardından ayağa kalktı—titreyen bacaklarla, baş dönmesine rağmen sessiz bir kararlılıkla. Kayınvalidesinin sert bakışlarını ardında bırakırken… telefonunu aldı ve sessizce 112’yi aradı. “Ateşim neredeyse 40°C… son derece halsizim… adres…”
Mutlu gelim zamanı onda önemli değildi artık. “Misafirler gelebilir,” dedi soğukkanlılıkla. “Benim bir enfeksiyonum ve bu benim evim.” Bu kez yalvara yalvara değil, sakin ve net bir sesle, özsaygısını yeniden kurmuş bir tavırla konuşuyordu.
Gelen ambulansla birlikte, doktor ateşini ölçtü, boğazına baktı ve kararı verdi: hastaneye gitmeliydi. Kabanını giyerken arkasına şöyle baktı:
— Geri döndüğümde misafirler gitmiş olmalı. Sen de izinsiz buraya girmemelisin.
Kapı kapandığında arkada kalan sessizlik, onun özgürlüğün ilk adımı olmuştu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..