
Bir gün, altı yaşındaki kızımla birlikte, kız kardeşimin yeni doğmuş bebeğinin bezini değiştirirken, odada bir sessizlik hâkimdi. Kızım, masum bakışlarıyla küçük kuzenine dikkatle bakıyordu. O an, onun kafasında binlerce soru döndüğünden emindim; dünyayı kavramaya çalışırken, her şeyin merak uyandırıcı bir bulmaca gibi göründüğünü biliyordum. Birden, parmağını bebeğe yönelterek, "Anne, o ne?" diye sordu. Bu basit soru, çocukluğun saf merakını, keşfetme isteğini ve belirsizlikle dolu bir dünyanın kapılarını araladı. O an, sadece bir bez değişimi değil, aynı zamanda yaşamın döngüsünü, aile bağlarını ve her yeni neslin getirdiği heyecanı da hissediyordum. Kızımın dünyasında, her şey yeni ve öğreticiydi; onun bu sorusuyla birlikte ben de kendi içimde bir yolculuğa çıktım.

Kızımın sorduğu bu basit soru, aslında derin bir anlam taşıyordu. Hayat, bazen en sıradan anlarda bile anlam bulabiliyor; belki de biz yetişkinler, büyüdükçe unuttuklarımızı hatırlamak zorundayız. Her çocuk, dünyayı keşfetme arzusu ile doludur ve bu bazen en masum sorularla başlar. O an, ben de onun gözünden bakmayı ve her şeyin bir merak konusu olduğunu yeniden keşfetmeyi öğrendim. Küçük kuzenin varlığı, yeni bir hayatın, yeni bir umudun ve keşiflerin habercisiydi. Bazen hayatın karmaşası içinde kaybolduğumuz anlarda, çocukların saf bakış açıları bize yol gösterebilir. Kızımın o tek sorusu, yaşamın döngüsünü ve aile olmanın güzelliklerini bir kez daha hatırlattı. Her anın değerini bilmek, belki de bu dünyanın en kıymetli derslerinden biri. Belki de sorular, yanıtlarından çok daha önemlidir; çünkü onları sormak, yaşamın özüdür.