
Beş ay, bazen bir an gibi geçer, bazen de bir ömür boyu süren bir acı gibi. Hayatımın en karanlık dönemini yaşıyordum; karımın kaybıyla birlikte içimdeki ışık sönmüştü. Her gün, aynı sokaklarda yürürken, hatıralarıyla dolu her köşe beni ona bir adım daha yaklaştırıyordu. Bir sabah, karımın arabasını temizlemeye karar verip elimi eldivenlerin arasına soktuğumda, beklemediğim bir şeyle karşılaştım. O an, kalbimde bir yerlerin sarsıldığını hissettim, sanki geçmişten bir hüzün okuduğum bir mektup bulmuş gibiydim. Kısa bir süreliğine, hayatın sıradan akışına karşı koyarak, onunla paylaştığımız anların yankısı içinde kayboldum.

Bulduğum şey, yalnızca bir nesne değildi; o, geçmişime ait bir köprüydü. İçinde karımın kalbini ve ruhunu hissettiğim her satır, acının yerini biraz olsun hafifleten bir melodi gibiydi. Zaman, bu buluşmayla birlikte, bana kaybettiğim şeylerin değerini bir kez daha hatırlatıyordu. Belki de yaşam, kayıplarımızla yeniden şekillenen bir yolculuktu; her anı, her ayrıntısı, birer hazine kadar kıymetli. Onun hatıraları, ruhumda yankılanarak bana sarılırken, hayatın ne denli kırılgan ama bir o kadar da güzel olduğunu fark ettim. Sonunda, kaybettiğim her şeyin içinde, onun sevgi dolu anlarının hala benimle olduğunu anlamıştım. Elimdeki belge, kaybımın ağırlığını bir nebze olsun hafifletirken, karımın varlığı hala içimde yaşıyordu. Hayatın devam ettiğini, sevginin hiçbir zaman yok olmadığını, yalnızca biçim değiştirdiğini kabul ettim.