2003 yazının o serin gününde, kararlılıkları onları Singapur’a, Raffles Hastanesi’nin ameliyathanesine taşıdı. Tıp dünyası nefesini tuttu; ameliyat planları hazırlandı, ekipler toplandı. Yirmi sekiz cerrah, yüzü aşkın yardımcı… hepsi bu eşsiz görevi tamamlamak için oradaydı. Ladan her biriyle göz göze geldiğinde, Laleh’le birlikte duyduğu “artık özgür olabiliriz” umudu, her kesi bir umut kıvılcımıyla birleştiriyordu.
Uyuyorlardı belki; fakat içlerinde, uzlaşılan bu ayrılığın yokluğunu mevzu bahis etmeyen sessiz bir boşluk yaratacağını biliyorlardı. Ameliyathane beyazlığında, kalp ritmleri, cihazların bip sesi ve hayata dair umut dalgaları arasında, bedenler ayrıldı. Bu ayrım bir süre sonra hayata dönüş için bir umut olsa da, beklenmedik komplikasyonlar ağır baskıyla geldi…
Kan kaybı, onarılamayan damar hasarı… ve ardından… sessizlik. İkisi de, kendi isimlerine kavuşmayı sonsuza erteledi. Yarılan bedenler, ama yitik bir umut olsun istemiyordu. Kimileri bu sonucu tıp tarihinin trajik sonu olarak andı. Bir misadventure… bir kazaydı aslında, mucizelerin de bazen kaderin eliyle sınandığı an.
Geriye kalan, iki bedenin zamana meydan okuyan bir ruhla yaşadığı kesişme çizgisi oldu. Onlar için mutluluk ya da brüt zafer değil, “birlikte var olmanın” anlamını koruma çabasıydı aslolan. Ve belki de o yüzden adları bir kez daha anılmalıydı: Birbirinin yaşamında olmayı seçen iki kardeş olarak.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..