Polis memuru James Carter, polis teşkilatında geçirdiği 15 yıl boyunca pek çok şey görmüştü, ama hiçbir şey onu o soğuk sonbahar sabahında keşfedeceklerine hazırlayamazdı. Şafağın ilk ışıkları ufukta belirmeye başlayıp, sakin banliyö sokaklarına altın rengi bir ton yayarken, Memur Carter rutin devriyesindeydi. Hava serindi ve yapraklar, devriye arabasının lastiklerinin altında hışırdıyordu.
Bir ara sokaktan geçerken, alışılmadık bir şey gözüne çarptı. Terk edilmiş bir binanın arkasına sıkışmış büyük, ezik bir çöp kutusundan hafif bir hareket geldi. İçgüdü ve eğitim devreye girdi ve araştırmaya karar verdi. Aracından inen, nefesi soğuk havada görünen Memur Carter, elini içgüdüsel olarak kılıfındaki silahına koyarak dikkatlice çöp kutusuna yaklaştı.
İçinde bulduğu şey, hayatının akışını sonsuza dek değiştirecekti. Yırtık pırtık bir battaniyeye sarılı minik bir bebek, çöplerin arasında yatıyordu; küçük, pembe yumrukları güçsüzce sallanıyordu. Bebek usulca inliyor, ağlamaları şehrin uyanışının seslerinde boğuluyordu. Memur Carter’ın kalbi göğsünde gümbür gümbür atıyordu. Hiç tereddüt etmeden bebeği kollarına aldı ve nazikçe kucakladı….Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..