İnanmazlığın ağırlığı göğsümde baskı yaparken, dolabın içindekilere bakıyordum. Her mektup özenle tarihlenmiş, her fotoğraf özenle dizilmiş, sanki Bay Whitaker tamamen bana ait olmayan bir hayata adanmış bir müze düzenliyormuş gibiydi. Fotoğraflardaki kadın ürkütücü derecede tanıdıktı; gözleri benimkiyle aynı mavi tondaydı, gülümsemesi ürkütücü derecede benziyordu.
Ellerim titreyerek mektuplara uzandım. Okurken, mürekkep bilincime sızıyor, varlığından bile haberdar olmadığım bir tarihin katmanlarını açığa çıkarıyor gibiydi. Mektuplar bir aşk ve kayıp hikâyesi, Michael’la tanışmamdan yıllar önce trajik bir kazada öldüğü varsayılan genç bir kadının hikâyesini anlatıyordu. Oysa işte, bu mektuplarda ölümsüzleşmiş, tıpkı benimki gibi bir yüzle bana bakıyordu.
Bağlantı inkâr edilemezdi ama kabul etmek imkânsızdı. Bay Whitaker nasıl bu gizli hayata, benim de bir yankısı gibi göründüğüm bir hayata sahip olabilirdi? Mektupları derinlemesine inceledikçe, anlatı şok edici bir netlikle ortaya çıktı. Bay Whitaker’ın kayıp kızı, kederi ve özlemi ve amansız bir kapanış arayışı. Hikâyeler, geçmişinin azabından kurtulamamış, bende asla gerçekten kaybetmediği kızının hayaletini gören bir adamın portresini çiziyordu….Üstteki resimden diğer sayfaya geçerek detayları öğrenebilirsiniz.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..