Günlerden bir gündü, fakat doğa bir sır veriyordu, bir beklenmedik huzursuzluk vardı. Hava kararmaya başlamıştı, rüzgar dalgalar halinde ağaçları sallıyor, toprağa doğru süzülen gri bulutlar, bir felaketin habercisiydi. O an, bir grup adam, serinlemek ve dinlenmek için bir ağacın altına sığınmıştı. Yağmurun düşmesini bekliyorlardı. Ne de olsa, şehirden uzakta, doğanın kalbinde, bu türden hava değişimlerinin hızla meydana geldiğini bilerek gelmişlerdi.
Dört adam, farklı geçmişlerden gelen, birbirinden farklı hayalleri ve acıları taşıyan insanlardı. Zaman zaman arkadaşlık ederlerdi, zaman zaman ise kendi yalnızlıklarında kaybolurlardı. Ama o gün, biraz daha yakındılar. Bir anlık rahatlama, biraz daha sessizlik, ruhlarını okşayacak bir huzur… Bu, sonlarına kadar sürecek bir anın başlangıcıydı.
Birdenbire, ortamın içinde derin bir gerginlik oluştu. Çevredeki ağaçlar hafifçe eğilmeye başladı, rüzgar hızlandı, ve bir garip sükunet yayılmaya başladı. Birkaç saniye boyunca, hepsi durdu ve bir şeylerin farklı olduğunu hissettiler. Toprağın altında, doğal bir gücün harekete geçtiğini, bir şeylerin başlamak üzere olduğunu fark ettiler.
Tam o an, bir patlama gibi bir ses duyuldu. Gök, sanki ikiye yarıldı. Bütün her şey bir anda ışıkla kaplandı. O devasa ışık, her şeyin üzerine ölümcül bir hızla düştü. Yıldırım, görkemli ve yıkıcı gücüyle ağacın dalına çarptı ve ardında korkunç bir yankı bıraktı.
Dört adam, neredeyse aynı anda yere serildiler. Vücutları sanki dünya tarafından ezilmiş gibi, hareket edemez halde kalmışlardı. Birkaç saniye, birkaç dakika — kimse tam olarak anlayamadı — her şey sessizliğe gömüldü. Hava, yoğun bir elektriksel çarpan hissiyle doluydu, adeta hayatta kalan tek ses, adamların boğazlarında yankı bulan derin nefesleriydi.
Çevredekiler, önce bu korkunç görüntüyü anlamaya çalıştı. Gözlerinde korku, yüreklerinde panik vardı. Kimisi koşarak yaklaşmaya çalıştı, kimisi geriye doğru uzaklaştı. Yıldırımın yol açtığı şok dalgası, hem görsel hem de duygusal olarak izleyen herkesi sarmıştı.
İlk müdahaleyi yapan, yaşlıca bir adam, kalbi hızla atarak, yanlarına doğru koştu. “Hemen ambulans çağırın!” diye bağırdı, ama sesinin ne kadar net çıktığına emin değildi. Ellerini ellerine değdirdiğinde, diğerlerinin nabızları var mıydı, emin olamayacak kadar korkuyordu. Sadece bir tanesi — en genci — hala hafifçe nefes alıyordu. Diğerlerinin ceketleri, tişörtleri tamamen yakılmış, vücutları çoktan soğumaya başlamıştı.
Ambulanslar geldi, yardım ekipleri geldi ama artık zaman çoktan geçmişti. Doğanın gücü, her şeyin önündeydi. Geriye yalnızca o anın yankıları kaldı. Yaşayanlar, yıldırımın korkunç gücüyle, hayatta kalan adamın yaşadığına dair bir mucizeyi konuşacaklardı. Ama hepsinin ruhunda, o anın dehşeti, sonsuza kadar silinmeyecekti.
Birçok yıl sonra, o ağacın etrafı hala hala sessizdi. Gök gürültüsü bile eski korkuyu hatırlatıyor, bazen insanlar o bölgeye yaklaşırken bir korku duygusu hissettiklerinde, yıllar önceki o felaketi düşündükleri söyleniyordu. Çünkü bazen, doğa insanı sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da sarsabilir. Ve bu olay, geride kalanların içindeki boşluğu bir ömür boyu taşımalarına sebep olmuştu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..